12 Kasım 2011 Cumartesi

Haydi, Kitap Almaya Ama Hangi Parayla?

Kitap fuarı yazar ve okurun buluşma imkânları olduğu önemli etkinliktir. İstanbul kitap fuarı da 12-20 Kasım günlerinde gerçekleşecek. Binlerce kitap okuru fuarda buluşacak ve dolu dolu ''indirimlerin''de olduğu bir hafta geçirecekler.
Fuar da bulunan stant ücretlerinin yüksek oluşu birçok devrimci ve demokrat yayın evlerinin, dergilerin katılımını zorlaştırıyor. Ücretsiz verilen yerler ise en arka sıralarda ve insanların az uğradıkları bölümlerde yer alıyor. Buna rağmen devrimci ve demokrat yayın evleri, dergiler, kurumlar okuyucular ile buluşmak için her sene kitap fuarlarına katılmaya özen gösteriyorlar.

Kitap fuarının önemli yanlarından bir tanesi de sergilerin ve söyleşilerin olmasıdır. Kitap fuarı yaklaştıkça yayınevleri yazarlarını ve yayınlarını tanıtmak için gerek dergilerde gerekse de kitap eklerinde birbirleriyle yarışırcasına reklam yapmaktadırlar. Ve bu reklamlar öyle bir boyuta ulaşır ki, kitap yerine tencere-tava reklamına dönüşür.
Birçok yazar fuar döneminde kitaplarını çıkartır ve her yere bolca reklam yaptırtır. Lenin şöyle der: "Özel mülkiyetin temel olduğu bir toplumda, sanatçı pazara göre yapıt üretir, müşterilere ihtiyacı vardır.” İşte bu söze uygun birçok yazar kitaplarını çıkartır. Ve sonunda çıkıp edebiyat yaptıklarını ısrarla savunurlar. Eleştirmen eksikliği ve var olan eleştirmenlerin birçoğu burjuva kalemşorlarını pazarlamaktan ve pohpohlamaktan öte gidemedikleri için maalesef biz okuyucular ‘müşteri’ konumuna düşüyoruz.

Nasıl Müşteri Oluyoruz?

Hangi kitapçıya gidersek ön raflarda reklamı yapılan onlarca kitabı görürüz. Genel olarak bu kitaplarda tekelci yayınevlerinden çıkmıştır.
Kitapların reklamları okuyucuların kitap seçmesine katkıda bulunuyor. Fakat pazar için üretilmiş kitapların okumasına sebep oluyor. Düne kadar dışlanan ve yasaklanan kitapları, yazarlar pazar için bir meta haline getirilmiş durumdadır. Ve kapitalizm var olduğu sürece devam edecektir.

Gelelim fuarlarda en göz alıcı, binlerce lira verilerek yapılan stantlara, buralarda da kitapçılarda olduğundan farksız bir şekilde dekorlar yapılıyor. Bir de bunlara ek olarak turistlik geziler misali öğrenciler okullarından ders saatlerinden alınıp zorla buralara getirilip kitap almaları sağlanıyor. Ayrıca kitap fiyatlarının pahalılığından bahsetmek de yerinde olacaktır. Bir de ek olarak son yapılan zamlarla birlikte işçi ve emekçi ailelerin beli iyice bükülmüş durumdadır. Müşteri misali gezdirilen öğrenciler bir şey almaya adeta zorlanıyor.

Öğrenciler için oluşturulmuş özel bir bölümden bahsetmek yargımı tamamen güçlendirecektir. İçi sorular ile doldurulmuş kitaplar, onca yıl sürekli sınavlara tutulan öğrencilere hazırlanmış kitaplar sözde ucuzluk ile satılıyor. Okul yönetiminin anlaşmalı yayın evlerini, öğrencilere gezdirmeleri bilinçli bir tercihtir.

Bu konuda son olarak söylemek istediğim bir şey var. Öğrenciler devrimci ve demokrat stantlara yaklaştıklarını gören bazı öğretmenler ve okul yöneticileri özel olarak öğrencileri uyarıp bu stantlardan uzaklaşmaları sağlanıyor.


Kitap Çalmak Etik mi?

Filmler de kitap çalma sahneleri bolca görmüşüzdür. Lüks kitapçılardan kitap çalan işçi ve emekçi ailelerin çocukları… Bir örnek verelim; Bahoz filminde fuara gidip kitap çalan öğrenciler… Birçok kişinin yaptığı bir durumdur.

Kitap çalınır mı çalınmaz mı? Tartışmalı bir konudur. Ya da yargıyı genişletelim burjuvaziden kitap çalmak etik mi değil mi? Soruyu cevaplara göre yorumlarsak sanırım anlatmak istediğimi daha rahat anlatacağım. Öncelikli şöyle bir yargı var. “Kitap çalmak etik değildir. İnsanların emeği çalınıyor.” Buna benzer birçok cevap veren kişi vardır. İşte tam da bu cevaplarda benim sormak istediğim bir şey var. Basımın en başından en sonuna kadar üretilen bu üründen kar payı alan kaç işçi var. İşçi artı değeri oluşturmuş ve sadece maaşını almıştır. Patronları sırtından binlerce lira kazanmıştır. Şimdi çalınan işçinin mi emeği yoksa patronların karı mı?

Bugünün toplum yasalarını belirleyen bugünün egemen ideolojisidir. Egemen sınıf ve ideoloji bugün burjuvazidir. Yani adalet, hukuk, etik vb. bu kavramlar bugün burjuvazinin güdümündedir. Ve onları belirleyen ise onların yasalarıdır. İşte etik mi cevabına da sormak istediğim şöyle bir sorum var. Kime göre etik?

Lenin’in sözüne tekrar bir göz atalım ama sonunu da okuyarak. "Özel mülkiyetin temel olduğu bir toplumda, sanatçı pazara göre yapıt üretir, müşterilere ihtiyacı vardır. Bizim devrimimiz, sanatçıların üzerindeki bu baskıyı kaldırdı." Kapitalizm var olduğu sürece Lenin’in bu sözü defalarca hatırlanacaktır. Bugün sosyalizm geriye dönmüş ve büyük bir yenilgi almıştır. Bu yenilgi hayatın bütün yanlarında olmuştur. Aynı yenilgi sanat alanında da yaşanmış ve yaşanmaktadır. Yenilgi bittiği zaman ve zafer kazanıldığı zaman biz okuyucular müşteri olmayacağız.

23 Ekim 2011

Metin Yoksu


Yaz Kalemim Kültür Sanat ve Edebiyat Dergisi 14. Sayısında Yayınlandı

17 Ekim 2011 Pazartesi

ISLAK


Yağmur, gecenin koynundan usulca süzülüp; çöp torbasını kafasına koymuş adamın üzerine doğru tane tane düşüyordu. Sokak lambaları, sokağı sarı ışık huzmesiyle sarmıştı. Adam, sarı ışık huzmesinin ve yağmurun da ona eşlik etmesiyle birlikte yorgun adımlarla yatacak kuru bir zemin arıyordu.

Yüz metre yürüdükten sonra kuru bir apartman girişi buldu. Pantolonunun ıslaklığına aldırmadan kuru ve soğuk zemine oturdu. Gözleri efkârlı, dumanlı sigara istedi. Cebinde ise sadece kibriti vardı. Yerler kuru olsaydı; geldiği ıssız sokağa geri dönecek ve yere atılmış sigara izmaritlerine bakacaktı. Oturduğu yerde duvara iyice yaslandı. Ayaklarını yana doğru çevirdi. Üşümüş ellerini bacaklarının arasına aldı ve uyumaya çalıştı.

Koşar adım yağmurdan kaçan uzun boylu adam apartman girişine girdi. Uyuyan adam kuru ve soğuk zemindeki köşesinde yarı uykulu halde apartmana giren uzun boylu, üzerinde gri palto olan adama baktı. Adamın ağzında yarılanmış sigarası vardı. Kapıyı açar açmaz sigarasını sokağa doğru attı. Yerde yatan adam, atılan sigarayı ıslanmadan yakalamak istedi. Fakat sigara yere düştüğü gibi sırılsıklam oldu. Gri paltolu adama dönüp sigara isteyecekti. Gri paltolu adam çoktan asansöre binmiş; sıcak evine doğru gidiyordu.

Adam, sabahın ayazında sokaktan geçen kırmızı lüks arabanın gürültüsüne uyandı. Sokak henüz uyanmamıştı. Güneş saçlarıyla yavaş yavaş ıslak sokakları sarmaya başlıyordu. Adam sahile doğru yavaş adımlarla yürüdü. Adamı denizin üzerinde usulca süzülen, çığlıklar atan martılar coşkuyla sahile gelişini kutladılar.

Martıların “Hoş geldin” nidaları eşliğinde denizin kenarına kurulmuş, bankın üzerine oturdu. Güneş denizin üzerine çıkmış ve balıklar günlerdir hasret kaldıkları güneş ışınlarını görünce hemen hepsi yüzeye çıkmışlardı. Balıkların yüzeye çıkmasını seyreden adamın neşesine diyecek yoktu. Doğanın insanlığa sunduğu rengârenk şöleni seyrederken pantolonun hala ıslak oluşunu ve üşüdüğünü çoktan unutmuştu.

Gözleri mağrur ve sessiz, boynunu büküp önünde olan çekirdek çöplerini saymaya başladı. O anda yerde yarım içilmiş sigara izmariti buldu. Dün geceden kalma sigara özlemi aklına geldi. Fakat karnı açtı. Sigarayı içse karnı ağrıyacaktı. Mecburiyetten açlığına aldırış etmeden sigarayı yerden aldı ve sigaranın tozunu almak için sigaraya doğru üfledi. Ellerini cebine doğru götürdü ve bir ıslaklık hissetti. O anda pantolonun hala kurumadığını fark etti. Cebinden kibritini çıkardı. Kibrit ıslak olduğundan kibritini alevlendiremedi.

Oturduğu yerin kenarına, güneşin değdiği yere kibritini koydu. Yanına tek tek kibrit çöplerini, onun yanına da sigara izmaritini koydu. Güneş tepeye çıktıkça adamla birlikte adamın pantolonu, kibriti ve kibrit çöpleri hem ısınıyor hem kuruyordu. Öğlene kadar gelip geçenleri sessizce tek tek seyretti. Adama aldırış eden sadece iki kişiydi. Önce yaşlı bir adam yanından geçerken eline iki lira sıkıştırdı. O parayla da iki simit alıp karnını doyurdu. Uzaktan bir fotoğrafçı adamın birkaç fotoğrafını adama sezdirmeden çekip gitti.

Öğlene kadar oracıkta oturdu. Yoldan el ele tutuşmuş sevgililer; sabah koşusuna çıkmış yaşlılar ve gençler; yanına telefonu almış iş adamları bağıra bağıra konuşup önünden geçiyorlardı. Yerleri temizleyen çöpçü elindeki süpürgeyle adamın önündeki çekirdek çöplerini temizledi. Temizlerken adama sinirli sinirli “Bir daha burada çekirdek yediğini görmeyeceğim.” Adam, önce anlamsızca çöpçünün yüzüne baktı. Ardından “Tamam” anlamında başını öne doğru salladı.

Güneş en tepeyi vurduğunda sigara izmaritini alıp ağzına götürdü. Kapkara elleriyle güneşin kuruttuğu kibriti alevlendirdi. Sigara izmaritini yaktı. Üç dakika yavaş yavaş sigarasını içti. Sigarası bitince kibriti cebine koydu. Yavaş adımlarla geldiği sokaklara doğru gitti. Önce karnını doyurmalı ve akşama yatacak yer bulmalıydı. Islak olmayan, sıcak ve yumuşak yeri bulduğunda hemen kıvrılıp yatacaktı…

Metin Yoksu
Eylül 2011

Fotoğraf: Fırat Atılgan

Fotoğraf ile birlikte Güney Dergisi Sayı 58’de yayınlanmıştır.

5 Ekim 2011 Çarşamba

Dergilerde Çıkartıl(a)mayan Yazılar

Dergiciliğin önemi çok büyüktür. Özellikle de sanat dergileri ve alanı daha da darlaştıracak olursak edebiyat dergiciliği, edebiyat ile uğraşan yazar ve adaylarının en önemli ve en iyi okullarıdır. Bunu bilen yazar adayı ve yazar dergilerde edebi görüşleri anlatır.

Edebiyat dergileri, yazarlar için büyük bir okul diyorum. Genel geçer bir tezdir. Geçmişe bakıldığından birçok edebiyatçı bir dergi çalışmasında ya da edebiyat gruplarında çalışmıştır.

Günümüzde edebiyat dergiciliği eskisi gibi geleneksel yöntemler ile değil farklı yöntemler ile çıkmaya başlıyor. Nedir farklılık? Öncelikle edebiyat dergileri artık basılı dergilerden ziyade internet ortamında çıkıyor. Bu olumlu olduğu kadar çok olumsuz bir durumdur. Olumlu yanlarından en büyüğü az maliyet ile çok fazla kişiye ulaşmasıdır. Olumsuz yanı ise okunması ve insanların ilgisini çekme ise internetin hızlı tüket mantığı ile hareket etmesidir. Edebiyat ise yavaş yavaş tüketilen bir olgudur.

Okunma oranın çok düşük olduğu ülkemizde kişi başına neredeyse iki dergi düşecek durumdadır. Bu olumlu bir yan mı yoksa olumsuz bir yan mı? Açıkçası kendi içinde onlarca cevabı var. Fakat benim gördüğüm pratikte olumsuz olduğudur.

Örnekler vererek sorularımıza cevap arayalım. Edebiyat dergilerinin okul işlevi olduğunu bilen yazarlar ve yazar adayları buralarda yazmaya çalışırlar. Bu şekilde çalışmalarını okuyucuya ulaştırır ve bununla birlikte edebi görüşlerini eleştirmenlere ulaştırır. Ve adım adım tarih içindeki yerini alabilir. Bu şu demek değildir. Edebiyat dergilerinde yazıları çıkmayan edebiyat alanına giremez ya da tarih içerisinde yerini alamaz. Anlatmaya çalıştığım yazar ve yazar adayının buralarda çalışması ve kalemine yön vermesidir. Tabi eğer dergilerde çalışmalarını yayınlatabiliyorlarsa…

Bütün edebiyat dergilerini eleştirmek yerine konuyu devrimci sanatı ilke edinmiş sanat dergilerine yaptığımı özellikle belirtmek isterim. Neden buraları eleştirdiğimi ise başlıkta vurguladığım gibi “Dergilerde Çıkartıl(a)mayan Yazılar” şeklinde açıklamak isterim.

Yazar ve yazar adayları uzun uğraşlar sonucu çalışmalarını hazırlayıp dergilere gönderiyorlar. Halkın alternatif kültürü iddiasında olan edebiyat dergilerine bu amaçlarından dolayı yazılarını gönderen yazar ve yazar adayları çalışmalarını hem değerlendirmeye sunmak hem de var olan bu dergilere katkı sunması açısından çalışma gönderiyorlar. Fakat çoğunlukta yazılara tenezzül edilip bir cevap verilmiyor.

Halkın alternatif kültürü demek yeni bir kültürü yaratmak ve onu güçlendirmek demektir. Bunu sağlayacak olan ise halk edebiyatına sevdalı ve devrimci kültürü yaymak isteyen sanatçılar ile mümkündür. Aynı zamanda burjuva kalemşorlarıyla savaşacak ve onları devrimci sanat mevzisine getirecek olan ise gene onlardır. Peki, bu bireylerin çalışmalarına destek olunmuyor ve sorularına cevap verilmiyor ise büyük bir eksiklik var demektir.

Yazar ve yazar adayları bu dergilerde çalışmalarını ahbap çavuş ilişkisiyle mi yayınlatmaya çalışacaklar. Bu ne kadar doğrudur. Dergilerin bir adresi vardır. Çalışmalar oraya gönderilir yayınlanıp yayınlanmamasına yazı kurulları karar verir. Fakat tenezzül edilip cevap verilmez ise bu kazanılacak olan yazar ve adalarını kaybetmek anlamına dahi gelebilir.

Yazı kurulları maillerini, mektupları vb. iletişim ağlarını daha dikkatli takip etmelidirler. Aksi takdirde büyütülmeye çalışılan bu alan gittikçe daha da darlaşacaktır.

Metin Yoksu
01 Ekim 2011
Yaz Kalemim Dergisi Sayı 13'te yayınlandı

8 Eylül 2011 Perşembe

Dergilerde Yazı Yazmanın Önemi


Yazı yazmanın çeşitli süreç ve evreleri vardır. Bu süreçlerden en önemli olanlardan bir tanesi yazıların görücüye çıktığı dönemdir. Edebi eserler ve sanat eserleri nasıl görücüye çıkar? Edebiyat kavramında görücüye çıkmak nasıldır? İşte bu evre sanat çalışmaları yürüten herkes için dönüm noktalarından biridir.

Konuya edebiyat alanından bakalım. Günümüzde edebiyat fakültelerini bitiren herkesin ‘edebiyatçı’ olacağı algısı vardır. Türkçenin en garip yanlarından biri kelimelerin sonuna “cı-çi-çü-çı vb.” eklerinden koyun alın size meslek grubu! Örnek; Edebiyatçı, romancı, öykücü, denemeci vb. şeklinde çoğaltmak mümkündür.

2010 yılında Kocaeli üniversitesi Edebiyat Bölümü ikinci sınıf öğrencileri ile birlikte Maşukiye tarafında pikniğe gitmiştim. Öğrencilerin birçoğuyla yaptığım sohbette şu cümleler çok kullanıldı. “Mezun olunca kitap yazacağım.”, “Yazı yazmak için kendimi hazır hissetmiyorum. Öncelikle okuldan mezun olmam lazım…” Bu cümleler bana çok garip gelmişti. Ama şimdi geriye dönüp baktığım zaman artık daha anlaşılır geliyor. Nedenlerini yazım içerisinde sırasıyla açıklamaya çalışacağım.

Yazıp Yırtan ve Saklayan ‘Yazalar’

Yazıyla aranız nasıl sorusuna bugüne kadar aldığım cevaplar hep şöyle oldu. “Ara sıra yazıp çiziyorum.”, “Eskiden yazardım.”, “Çok güzel şiirlerim vardır.”, “Ara sıra öykü ve şiir yazarım.” Bu cevaplarda ortak tek bir yan vardır. Yazı yazmak ciddi bir iştir. Yazıyla aranız nasıl ya da neden yazı yazarsınız sorusuna verilen cevaplar ise işin ciddiyetinin ne derecede olduğunu gösterir.

Yazarlara sorulan aynı soruya belki de bugüne kadar en iyi cevabı vermiş isim Umberto Eco’dur. “Soldan sağa yazıyorum.” Belki Arapça okuyan ve yazan biri için sözü şöyle değiştirmeliyiz: “Sağdan sola yazıyorum.”

İşte bu kadar basit ve anlamlı cevaplar işin ciddiye alındığını gösterir.

Verilen cevaplara biraz daha bakalım.
“Yazdıklarımı kimseye okutmuyorum.” “Sadece yazıyorum kendim için.” “Ara sıra karalıyorum bir şeyler… Defterlerimin içinde öykü ve şiirlerim var.”

Bu tarz cevaplar yazma evresinde belli bir aşamaya gelindiğini ama görücüye çıkmamış yazılar olduğu bilgisine ipucu vermektedir.

Yazar Olabilmek İçin Ödenen Servetler

Hadi diyelim yazma işini ciddiye aldık. Ve bunun için çaba göstermeye başladık. Peki, nasıl yapacağız. Yazarlığın bir okulu var mı? Ya da yaratıcılığın hapı var mı? İnanın olsa ilk kayıt yapacaklardan biri de ben olurum.

Parası olan ya da olmayan hemen yaratıcı yazarlık derslerine kayıt yaptırıyorlar. Saatleri ve ücreti düşünüldüğünde pek de ucuz değildir. Yaratıcılık insan yeteneği olduğu gibi aynı zamanda pratik bir aklın ürünüdür. Pratik aklı insanda yaratan şey ise koşullardır. Dar koşul nedir? Nasıl olur? Bu belirleyen tek şey tarihtir. Uzun örnekler vermeye gerek yok. Güncel bir örnek verelim. Mehmed Uzun’un en önemli özelliklerinden biri Kürt hikâyelerini kısmı olarak yazıya geçirmesi ve Kürtçe yazı dilini oluşturmaya çalışmasıdır. İşte bu tarihsel koşul Mehmed Uzun’u iyi bir Kürt edebiyatçısı yapmıştır.

Yaratıcılık nasıl olur? Koşullar pratik aklı geliştirir dedik. O zaman örnek verelim ve ‘yaratıcı yazarlık dersleri’nde yaptıklarına benzer öykü çalışma metodunu birlikte deneyelim. Bu çalışma stilini öyküyle ilgilenen herkes keşfetmiş olabilir.

Öncelikle dört kelime rastgele seçelim bardak, kadın, telefon ve saat olsun. Süremiz beş dakikadır. Bir başlığı olacak en fazla bir paragraf ve 20 cümleden oluşan kısa öyküyü birlikte yazalım.

“Saat Beş

Kadın, kanepenin üzerinde oturmuş. Gözleri ve kulakları kapıda her an kapı zili çalacakmış veya kapı açılacakmış gibi bekliyordu. Önce kısa bir “off” çekti. Derin derin nefes aldıktan sonra ayağa kalktı. Masanın üzerinde olan bardağı aldı. Hafifçe karıştırdı ve bardağın içindeki kahveyi midesine indirdi. Duvarda asılı olan saate baktı. Saat öğlen beş olmuştu. Sinirleri alt üst olmuştu. Aniden telefon çaldı. Telefona koştu. Telefonu kaldırdığında karşıdan şöyle bir ses geldi. “Boşuna bekleme artık o gelmeyecek. Sen de artık buralardan git. Taakkkk…” Kadın şok oldu. Telefondan gelen silah sesi yüreğini sızlattı. Elindeki kahve fincanını duvardaki saate fırlattı. Bundan böyle hem saat hem de kadın hep beşte kalacaktı.”


Öyküyü derin analiz yapmaya çalışmayacağım yorumu size bırakıyorum. ‘Yaratıcı yazarlık dersleri’ verilen yerlerde kısaca yapılan budur. Bu yöntem ile hem zaman algısı, karakter çizme ve en önemlisi kurgu yapmayı öğreniyorsunuz. Bunları düzenli yapar ve çalışırsanız süreç içerisinde çok fazla öykünüz birikir, roman yazmayı öğrenirsiniz, en sonunda dilerseniz kitap çıkarırsınız.

Üretimler Görücüye Nerede Çıkacak

Yapmış olduğunuz üretimleri yayınlayacağınız en önemli yerler edebiyat dergileridir. Dergilerde düzenli yazılarınız çıkar ise kitap çıkarmayı da düşünüyorsanız bu kaleminizin tanınmanıza ve kitabınızın okunmasına büyük faydası olacaktır.

Edebiyat dergilerin en önemli görevi atölye olması ve yeni yazarlar yetiştirmesidir. Bunların yanında belli edebiyat gruplarının oluşmasını ve bu grupların yeni edebi görüşlerini ya da genel anlamda sadece edebi görüşlerinin tanındığı anlatıldığı yerlerdir.

Bundan dolayı birçok edebiyatçı öncelikle yazmaya dergilerden başlar. Şimdi ‘yaratıcı yazarlık derslerine’ yüzlerce lira harcamaya gerek yok. İki yazar adayı bir araya gelsin ve tartışsın ya da tek başınıza kendi çalışma yönteminizi seçin ve yapabiliyorsanız dergi çıkarın. İşte bu hem edebiyatı hem de edebiyatçı adayını geliştirecektir.

Bu metodu size anlatmaya çalıştım. Üç saatlik bir deneme, üç saatlik kısa bir ders ‘yaratıcı yazarlık dersi’ne gitmiş olsaydınız cebinizden en az yüz elli lira ödeyecektiniz şimdi bana borçlu yüz elli lira borçlusunuz!

Metin Yoksu
08.09.2011
Yaz Kalemim Dergisi 12. Sayısında Yayınlanmıştır.

16 Ağustos 2011 Salı

ÇAĞRI MERKEZİNE GELEN ŞAKA GİBİ SORULAR...


Çağrı merkezinde çalışanların işi her zaman zor olmuştur. Operatör, alışveriş vb. çağrı merkezinde çalışan elemanlar; kural gereği sabır gösterebilmek durumundadır. Telefon açan kim olursa olsun, sorulan soru ne olursa olsun; sakin ve tane tane cevap vermek zorundadır.

Gelen onlarca telefonda sorulan ilginç sorular var ve bunlar youtube, facebook vb. sosyal paylaşım sitelerinde günden güne binlerce insana ulaşıp, onları güldürüyor,eğlendiriyor.
Peki ya seyahat acentesinde çalışan personellere ne tip sorular yöneltiliyor?... Onlar acente personellerine nasıl yansıyor ve en önemlisi bu sorular sorulduğunda bekletilmeye alınıyor musunuz? Ya da kısa bir süre karşıdakinin telefonu kapattığını düşünüyor musunuz?... İşte bu anlar çalışanın sabrının tükendiğine işarettir. Ama bazen gelen sorular, gün içinde çalışan kişinin tüm sıkıntısını alabiliyor. Telefon kapandıktan sonra gülme krizlerine girebiliyor.

MASUM SORULAR..!

Sözü fazla dolandırmadan hemen konuya girelim ve sorulara göz atalım. Önce masum müşteri profiliyle bakalım. Gelen sorularda hiçbir art niyet yok. Sadece bilmediğinden soruluyor ve bazen kendisi de sorduğu sorunun saçma olacağını düşünüyor. Ama sonuçta bir para vermiş ve alacağı hizmetin iyi olmasını istiyor.

"Gidiş kesilen bir bilete dönüş eklenebiliyor mu?..."
"Aldığım uçak biletini iptal etmesem yerime başkası uçabilir mi?..."
"Grup olarak aldığım tura tek katılabilir miyim?..."

Evet, sorulara bakıldığında gayet masum ve art niyet olmayan sorular. Ama bazen de sırf çalışana eziyet olsun diye soruluyor sanki...

“İadesi ve değişikliği olmayan bir uçak bileti aldım. Tarihini değiştirsem olur mu? ''
Gene yukarıdaki soruyla bağlantılı olarak;bileti kestikten bir hafta sonra tekrar arar ve şöyle der yolcu:

“Geçen hafta aradım hatırladınız mı? '' ...

Yolcu, gayet normal bir soru soruyor, sesini tanıyabileceklerini düşünüyor ama diyalog devamında bir sorun var.
“Biletimi iptal etsem olur mu? '' ...
Unutmuş olabilir diyebilirsiniz. Ama öyle değil diyalog başlangıcında almış olduğu uçak biletinin “İadesi ve değişikliği olmadığını hatırlatıyor ''

ŞAKA DEĞİLMİŞ..
İşte benim sevdiğim bir soru sadece bir kere rastladım bu soruya:
“İki kişilik bir tatil aldım. Dört kişi gitsek olur mu? '' ...
İlk duyduğumda şaka olduğunu düşünmüştüm ama değilmiş…

GERÇEK Mİ BU SORULAR..
Şimdi asıl en beğenilen ve '' gerçek mi bu sorular '' dedirtecek olanlara gelelim:

Bilet kesersiniz ya da bir tatil paketi satarsınız yolcunuza veya kurumsal çalıştığınız firmaya, dökümanları karşı tarafa mail atarsınız. Mail içinde 'yazıcıdan çık al' 'yazdır' gibi ibareler vardır. Sorun sanırım burada başlıyor. Ardından size dönülür ve şu sorulur. “Bilgisayarımdan neden çıktı alamıyorum. ''

Gönderenin yanıtı anında hazır; “Klavye üzerinde ctrl+p tuşuna basın veya yazıcı seçin o da olmadı kartuşunuzu değiştirin '' ... Sorunun kaynağı olabilecek tüm çözüm önerilerini sunuyor.
Telefon kapandıktan beş dakika sonra aynı kişi arar ve şunu söyler: “Bileti çıkarttım neden dört sayfa çıktı. '' Burada yorumu size bırakıyorum.

YAĞMURLU VE ISLAK SORULAR..
Birebir benim karşılaştığım bir soru ve bir defa değil iki üç kere karşılaştığım bir sorudur. Kurumsal çalıştığımız bir firmanın asistanı; Online Check-in yapmak için beni aradı. Ben de internet sitesine girdim ve sitenin çalışmadığını söyledim. Ardından gelen soru: “Hava yağmurlu ondan mı internet sitesi çalışmıyor. ''
Ve bu sorunun aynısını kısa bir zaman önce benzer bir diyalog ile tekrar yaşadım.

Bazen gelen sorular çalışan kişinin tüm stresini alıyor olsa da, bazen 'keşke yağmur yağmasaydı' dedirten anlarımız oluyor. Ama şunu da unutmamak gerekir :

“Saçma soru yoktur.. soru sorudur. ''
Yağmurlu ve ıslak sorular hariç…

Metin Yoksu
TurizmHableri'inde yayınlandı.

15 Ağustos 2011 Pazartesi

YAZ SICAĞINDA TERLETEN SORULAR..!

Bahar ayında tüm cemreler sırayla havaya, suya ve toprağa düşmüşlerdi. Baharın güzel günleri yerini yaz sıcaklarına bırakmadan önce kısa bir oyun oynadı. Herkesin dilinde “yaz gelmeyecek mi '' sorusu vardı.

Ardından seçimler bitti. Okullar kapandı. LYS vb.. sınavlar skandallar eşliğinde son buldu. Öğrencilerin büyük çoğunluğu gözyaşı dökerek “yaz '' a “merhaba '' dediler.

Bütün kış boyunca çalışan birçok vatandaş, yazın gelmesiyle tatil planlarına başladılar. Kısa zamanda ve bir gününü dahi ziyan etmek istemeden, büyük bir telaşla,hayallerindeki tatil için koşturmaya başladılar.

Peki, bu kadar insan tatile çıkacaksa, geride kalanlar ne yapacaktı?..Ya da gidenlere kim 'hizmet' edecek sorusu çıkıyor ortaya.

'ÇAĞRI MERKEZİ İŞÇİLERİ GÖREVDE..!'

Hizmet sektöründe çalışan on binlerce işçi; yoğun çalışma temposuna aylar öncesinden başlamışlardı bile…

40 derece sıcakta, stres altında, günde on iki saat(çoğu zaman bu on dört saat oluyor) çalışma koşullarında, sektörün gereğince, sürekli güler yüz göstermek şartıyla çalışan çağrı merkezi işçileri, her yıl olduğu gibi bu yılda çalışacaklar. Her iş kolunun kendine göre zorlukları olduğu bir gerçek. Bu iş kolunun da, en stresli ve sinirleri yıpratan işini, çağrı merkezleri üstlenmiş durumdadır.

Günde en az yüz çağrıya cevap veren işçiler, bu sıcakta terleten sorulardan nasiplerini alıyorlar. (veya.. bu sıcakta terleten sorulardan paylarına düşeni almadan geçemiyorlar.)

İşte terleten sorulardan bazı kesitler:

Adam ilk defa yurt dışına çıkacaktır. Çağrı merkezini arar ve bir bilet ister. Gideceği şehrin adını satış danışmanına söyler. “Bana bir Kolun bileti lütfen '' . Bileti kesecek olan eleman ise garip bir ülke ya da şehir adı duyunca ilk önce şehrin nerde olduğunu bulma çabası içerisine girer. Satış danışmanı, şehrin neresi olduğunu anladıktan sonra, yolcunun isim telaffuzunda zorlandığını anlayınca yolcuyu biraz zorlar ve şu yanıtı verir:
- “Beyefendi dünyanın herhangi bir yerinde böyle bir şehir yok! '' Sinirli yolcu ısrarla telefonda bağırır.
- “Kardeşim Kolun, Kolun nasıl bilmezsin? Almanya'da '' ...
- “Özür dilerim beyefendi. Orası Köln'dür. O yüzden bulamadım!
'' Karşıdan gelen ses ise biraz sinirli ve şöyle der:
- “Kardeşim Kolun bileti yoksa Amistirdam'da(Amsterdam demek istiyor) verebilirsin '' ..

Üsteki örnekte olduğu gibi her zaman satış yapan eleman hınzırlık yapmaz. Müşterilerde bu fırsatı en iyi şekilde değerlendirme çabasında olurlar çoğu zaman. Bilet fiyatlarının yüksek olmasından şikayetçi edenlerin ise “hazır cevapları '' , her zaman vardır.
İstanbul – Trabzon bileti isteyen yolcu, herhangi bir seyahat acentesine gider ve bilet fiyatı sorar. Üç yüz elli lira fiyatı duyan yolcu cevabı yapıştırır:
- “Hayırdır Paris aktarmalı mı gideceğiz! ''

Ankara - Diyarbakır bileti soran yolcu ise önce saatleri sorar. Sabah ve akşam iki seferin olduğunu duyduktan sonra ayrı fiyat sorar. Gelen yanıt sadece akşam uçağının fiyatıdır. Sabah uçağı dolu olduğu için tek sefer fiyatı alıyor. Haliyle fiyat yüksek geliyor. Cevap ise:
- “Sanırım akşam gelen uçak değil, uzay mekiği… ''

Tek kulağında kulaklık, tıkır tıkır çalışan parmaklara bir de, karşı taraftan gelen makine misali soru yağmuru eklenince; görüşmeler işin içinden çıkılmaz hale gelebiliyor. Arka arkaya gelen sorular ve telefonda kalınan süreler artıkça parmaklar artık klavye üzerinde değildir!..
“Merhaba …. Turizm nasıl yardımcı olabilirim? '' ..(Sorduğuna pişman olmadan önceki hali)
- “12 Temmuz İstanbul Sivas bir bilet istiyorum. En ucuz fiyat olacak. Hangi hava yolu gidiyor?.. Ne tip uçaklar var?.. Çocuk fiyatı ne kadar?.. Bebek fiyatı ne kadar?.. Üç yaşındaki bebek, bebek oluyor mu?.. Bebek için ayrı koltuk veriyor musunuz? ''
- “Beyefendi. Rica etsem adınızı söyleye bilir misiniz? ''
- “Benim adım mı? Yoksa yolcuların adı mı? ''
- “Sizin adınız lütfen. ''
- “Benim adım Ahmet. Sizinki nedir? ''
Cevap beklemeden sorulara tam gaz devam edilir:
- “Nerde kalmıştık. Bu uçak düşüyor mu?.. Bileti ben nerden alacağım?.. Parayı kime ödeyeceğim?.. Koltuklarım hazır mı?.. Bana uçağın en güvenli yerinden yer ayırır mısınız?.. Bu tarihte ucuz bilet yoksa hangi tarihte var?.. Kırk dokuz liraya bilet var mı?.. İnternette ucuz bilet gördüm o biletten alabilir miyim?.. Bakabildiniz mi?.. Hangi tarihte bilet var?.. ''
Sorular arka arkaya geldiğinden satış yapan çağrı danışmanı yaşadıklarının vermiş olduğu tecrübe ile sakin cevap veriyor:
- “Baktım. '' (Konuşmasının burasında sadece fiyatı söylüyor.)
- “Neden fiyat bu kadar pahalı?.. Ben internetten daha ucuza gördüm?.. Adam mı dolandırıyorsunuz?.. Başka tarihe bakar mısınız?.. Hangi tarihte ucuz bilet var?.. ''
Konuşma uzadıkça uzuyor. Fakat telefon eden kişi sadece soru soruyor. Cevap beklemeden sadece soru soruyor. Konuşmanın can alıcı noktası ise, başarılı bir tiyatro skecinde olduğu gibi, asıl vurucu darbe sona saklanmıştır.
- “Beyefendi başka tarihe bakalım. Ben size hangi tarihi sormuştum? '' .. Şaka gibi ama gerçek, ilk sorduğu tarihi kendisi de unutmuş! Satış yapan çağrı danışmanı çoktan klavye üzerinden parmaklarını çekmiş ve saçını başını yolmaya başlamıştır.

Havalar sıcak, malum mevsim yaz ve küresel ısınmanın etkileri de birleşince çalışmak bir eziyet. Herkes tatile çıkarken siz çalışıyorsunuz. Bu streste olabilecek en büyük kötülük ise sürekli bozulan bilgisayarlar, programlar ve sistemler… Bu sıcakta bunların sebebini bulmak çok “basittir. ''
- “Beyefendi iyi günler ''
- “iyi günler ''
- “Benim adım Süleyman. Sizin biletlerinizi ve turlarınızı satıyorum. Şu anda bunların satışını yapamıyorum. Burada havalar çok sıcak, sistemler ondan mı çalışmıyor?.."
Karşıdan kısa bir kahkaha ve ardından “Evet, havalar sıcak olduğundan terleme yapmıştır. Ondan dolayı arıza yapmış olabilir. İlgileniyoruz, iyi günler! ''

Metin Yoksu 30.06.2011

Yazı TurizmHaberlerinde yayınlandı.

UMUTSUZLUĞA IŞIK KALEMİM


Yokluktan var olmaya
Tutsaklıktan özgürlüğe
Boyun eğmekten direnmeye
Karanlıktan aydınlığa
Özgür bir yaşam uğruna
Sen de yaz kalemim

Hakan Tunç
Sedat Karataş
Metin Yoksu
14.10.2009